Susam Bülten
Nisan 2025 – Sayı 7
Bu sayıda neler var?
-
- Anketlerin Anketi: 17 araştırma şirketinin ortalamasıyla son duruma baktık
-
- İstanbul’un Veterinerleri: İstanbul’da en az 1453 veteriner var
-
- Beyoğlu’nda Bir Simitçi: Simitçi Oğuz Ağabey günde 17 km yürüyor
Susam Bülten % kaç açılıyor? |
Bu hafta aramıza 42 yeni takipçi katıldı! Eğer bu eposta size iletildiyse aşağıdan ücretsiz abone olabilirsiniz: |
Anketlerin Anketi
Bu çalışmada 17 araştırma şirketinin 1 Kasım 2024’ten itibaren yayımladığı anketler kullanıldı. Her güncel hesaplama noktasında, zamansal olarak en yakın beş anket seçilerek -ve yakın tarihli olanlara daha fazla ağırlık vererek- parti oy oranlarının ağırlıklı ortalaması alındı. Elde edilen ara değerler, tekil anketlerin yol açabileceği keskin sıçramaları önlemek üzere 7 günlük hareketli ortalama ile düzleştirildi; böylece hem anlık olarak tabloyu yansıtan hem de genel eğilimi daha güvenilir kılan dengeli bir “anketlerin anketi” ortaya koydu. Böylece tekil anketlerdeki rastlantısal sapmalar ve farklı şirketlerin anket yayımlama tarihleri arasındaki farklılıklar nispeten dengelenmiş oldu.
(Kasım 2024’ten Nisan 2025’e)
İstanbul’daki Veteriner Klinikleri
Araştırma Sektöründe kişi ve Hanelerin sosyo-ekonomik seviyesini belirlemek hep netametli bir iş olmuştur. Research İstanbul’da bu işe farklı nasıl bakabiliriz diye düşünürken İstanbul’da veterinerlerin dağılımına bakalım dedik. Bu grafiğin aynısını mahalleler için de hazırladık. Sosyo-ekonomik seviye için enteresan bir gösterge.
İstanbul İlçelerinde Veteriner Sayıları (100 bin kişi başına düşen veteriner)

Beyoğlu Gezginleri 4: Bir Simitçinin İş Günü
“Ben bu yokuşu 60 senedir inip çıkıyorum, yokuş 60 senedir aynı yokuş da bir sor bakalım; Oğuz 60 senedir aynı Oğuz mu?”
Oğuz Ağabeyin bahsettiği yokuş Tophane’den İstiklal Caddesi’ne çıkan Boğazkesen yokuşu. Firuzağa’da 19. Yüzyıldan beri faaliyette olan Eryılmaz Kardeşler simit fırınının önünde buluşmak için sözleşmiştik. Fırın ustasının söylediğine göre günün ilk simitlerini sabah 7 gibi çıkartıyorlar. Oğuz Ağabey ise üç tekerlekli simit arabasıyla birlikte saat 9 gibi sokağın başında dikilecek. “Bana sorarsan,” diyor “erken bile çıkıyorum. 11’de başlayıp 2 gibi bitirsem… Bence bu işin ideali budur.”
60 yaşındaki Oğuz Ağabey 10 senedir simitçilik yapıyor. Her gün 40 simit, 20 çatal, 10 tane de açma olmak üzere 70 adet “unlu mamul” aldığı fırın 10 senedir değişmedi. Bu işe başlamadan önce 20 seneye yakın hamallık ve ufak tefek inşaat işleri yaparak hayatını kazanıyordu ancak bir gün bir arkadaşı onu bu fırının sahipleriyle tanıştırdı. “Hemen kafama yattı,” diyor “tam benlik iş.” Ertesi gün Eminönü’ne gidip satın aldığı üç tekerlekli simit arabası da 10 senedir aynı. Yalnızca bir kez başına bir “kaza” geldi, onun dışında arabasına hep “gözü gibi” baktı. Boğazkesen’den başlayıp önce Tophane’ye, sonra sırasıyla Cihangir, Hüseyinağa, Tarlabaşı ve Dolapdere’ye ve en nihayetinde de Kasımpaşa’ya uzanan, “daimî müşterilerinin” kahvaltı saatlerine göre çizilmiş olan rotası da yine 10 sene önce neyse şimdi de aşağı yukarı o. Oğuz Ağabey 10 senedir aynı günü yaşıyor. Ama yaşı artık 60 oldu. Her gün önceki günden biraz daha yorucu oluyor.
Enformel piyasayı ve özellikle de seyyar satıcılığı, güvencesizlikle olduğu kadar belirsizlikten doğan özgürlükle de özdeşleştirmek mümkün. Oğuz Ağabey bu işin kendisine uygunluğundan bahsederken en çok çalışma günlerini ve saatlerini belirlerken kimseye bağımlı olmadığını vurguluyor. Fırından simitlerin çıkışı için belli saatler var pek tabii ama bu saatler arasında seçim yapmak ona kalmış. Her gün aldığı simit, çatal ve açma sayısı sabit olsa da söylediğine göre bu sayıya karar veren de kendisi. Aldığı ürün sayısı çalışacağı saati belirlediğine göre Oğuz Ağabey kaç saat çalışacağına karar verme özgürlüğüne de sahip görünüyor. Tabii bu “özgürlük”, ödenecek birtakım bedelleri beraberinde getiriyor.
Ona aylık ortalama kazancını soruyorum ve ufak bir hesaba girişiyor: “Arabayı tamamen boşaltırsam günlük elime 400 kâğıt kâr kalır. Tabii her gün hepsi satılmaz. Dörtte üçü de fena değildir. Ortalama 300 kâğıt diyelim. Aylık soruyorsan… Bu mevsimde yağmur çok. Bizi mahveder yağmur, çıkamayız. Ayın 10 günü yağmur yağsa… Günde 300 kâğıttan… Tam bilmiyorum da… kiramı ödeyip karnımı doyuracak kadar çıkıyor işte.” Doğduğundan beri 55 sene boyunca yaşadığı Taksim’deki “aile evinden”, önce annesini sonra da ablasını kaybedince taşınmak zorunda kalmıştı ve hayatını “haylazlıkla” geçirdiği için evlenmeye fırsatı da olmadığı için Kasımpaşa’da bulduğu “tek göz” oda ona yetiyor. 5 senedir de orada yaşıyor. “Allah’a şükür,” diyor “çok bir şikâyetim yok.” Nitekim tek göz odasında banyosu da mutfağı da var. Yağışlar mevsim normallerinde seyrettiği sürece de kirasını ödeyebiliyor.
Tophane ve Boğazkesen’i tamamlayıp Sıraselviler’in henüz yarısına gelmemişken simitlerin yarısı satıldı. Bugün işler fena değil diye düşünüyorum. Oğuz Ağabey daha gerçekçi bakıyor: “Buraya kadar alanlar zaten devamlı müşterimdir. Hastanenin önünde anlaşılır işlerin nasıl olduğu.” Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesinin öğle arası 12’de başlıyor. 4 dakika öncesinden oradayız. İnsan sirkülasyonu yavaş yavaş artsa da simitlerle pek ilgiliymiş gibi gözükmüyorlar. Yarım saatte üç simit sattıktan sonra Cihangir tarafına doğru ilerlemeye başlıyoruz. Oğuz Ağabeyin yüzü biraz düştü: “Hayırlısı…” diyor. Cihangir’den genel olarak pek bir beklentisi yok: “Burada bir simit fırını var, günün her saati masaları doludur. Bütün Cihangir simidini burada yiyor.” Belli ki bugünün rotası biraz uzayacak.
Düşündüğü gibi, Cihangir’i boş geçiyoruz. İstiklal Caddesinden hızlıca ilerleyerek önce Hüseyinağa, sonra da Tarlabaşı’na gideceğiz. Oğuz Ağabeyin İstiklal Caddesinden geçmesine izin var fakat durması yasak. “Burayı” diyor, “metresine kadar bölmüşler. Her metrenin kirası var.” İstiklal Caddesi ve diğer işlek yerler belediye tarafından yıllık olarak ödenen belirli bir ücret karşılığında simitçilere kiralanıyor. Yalnızca yer değil, yine belediye tarafından kendilerine tahsis edilen simitçi tezgâhları veya arabaları için de kira veriyorlar. Dolayısıyla seyyar simitçilerin işlerini onların alanlarına girmeden, daha ziyade ara sokaklarda ve göreceli olarak daha az işlek caddelerde yapmaları gerekiyor. “Kira ödüyorlar ama ona göre de kazanıyorlar tabii” diyor Oğuz Ağabey. Tahmini, “günlük bine yakın simit satıyorlardır.” Kendisinin neden bu şekilde çalışmayı tercih etmediğini merak ediyorum: “Tercih meselesi değil,” diyor “bugün başvursam bana sıra gelesiye ömrüm biter. Öyle bugün başvurunca yarın yerini hazırlamıyorlar. Sıra beklemek gerekiyor. Tanıdık da lazım tabii.” Oğuz Ağabey Beyoğlu’nda daha ziyade sokakları, özellikle çatala bayılan kedileri ve her sabah onun geçiş saatinde pencerelerinden sepetlerini sarkıtan yalnız teyzeleri tanıyor. Böyle bir sosyal çevre – formel piyasada yer bulabilmek için pek bir getirisi olmasa da – en azından onu enformel piyasada hayatta tutuyor.
İşlerin iyi gittiği günlerde Oğuz Ağabey kalan simitlerini de Tarlabaşı ve Dolapdere’de uğradığı kıraathanelerde sattıktan sonra “öğlen 2 ya da bilemedin 3 gibi” boş arabasıyla birlikte Kasımpaşa’daki evine iniyor. “Bugün,” diyor “hastane bizi mahvetti.” Her gün tüm arabayı boşaltmak gibi bir beklentisi yok, çoğu zaman zaten satılmamış 3-4 simit kalıyor. Böyle durumlarda eve dönerken bu kalan simitleri yol üzerindeki parklarda gördüğü çocuklara veriyor. Ama bugün Kasımpaşa’ya 10’dan fazla simit ve 3-4 çatal ile giriyoruz. Oğuz Ağabey “kendi işinin patronu”, hesabını kitabını da kendisi yapması gerekiyor. Bir kez daha Taksim’e çıkmak şart: “Bir tur Refik Saydam, bir de meydan bugünü kurtarır.”
Öyle de oluyor. Son simitleri Meşelik Sokak’ta, Rum ve Ermeni liselerinden çıkan öğrencilere satıyoruz. “Geç olsun da” diyor “geç olmasın.” Karton bardakta birer çay alıp meydanda başarıyla tamamlanan işi ve bu sayede kazandığı özgürlüğünü kutluyoruz. Günün kalanında ne yapacağını soruyorum. Epey yoruldu ve eve gidip dinlenecek. Yarın yine iş var; “bu yaştan sonra artık kolay olmuyor.” Oğuz Ağabey “özgür” bir şekilde 10 senedir aynı günü yaşıyor. “Herhalde,” diyor “gittiği yere kadar böyle gidecek.” Nitekim gelecekle ilgili bir beklentisi de yok, herhangi bir sosyal güvencesi de. İyi tarafından bakacak olursak, gelecek diye bir şey de yok. Rotasını kendi çizdiği tek bir gün var; başlayıp bitiyor ve herhangi bir yere gitmiyor.
Susam Bülten Nedir?
Her yer veri her yer data. Peki biz ne yapıyoruz?
Anlamanın, katkıda bulunabileceği diğer hedefler bir yana, kendisinin de bir amaç olduğuna inanıyor ve bu yolda ilerlemek istiyoruz. Her hafta yayımlanacak bültenimizde; lahmacun fiyatlarının il il enflasyon karşısındaki seyrinden meclis puan tablolarına (vekillerin performansına dair kapsamlı istatistiklere), dizilerde ve tartışma programlarında (görüntü işleme yöntemleriyle elde ettiğimiz verilerle) ne gördüğümüze, sokaklardaki hurda/eskici hikâyelerine kadar geniş bir yelpazede veriler ve analizler paylaşacağız. Her şeyi bir soru ve dolayısıyla bir araştırma konusu haline getirmeye hazır olan herkesi, bu bültenle aramıza bekliyoruz.
Sıkça Sorulan Sorular:
Adı neden Susam: Çünkü Research İstanbul ofisi Susam Sokak’ta